onur madalyası

Pazartesi, Eylül 13, 2010 zaman: Pazartesi, Eylül 13, 2010

http://blog.usnavyseals.com/uploads/medal_of_honor.jpg

bu madalyanın ingilizcesi "medal of honor" olan bu madalyanın, tanımında kısaca şöyle der

"işbu madalya, görev tanımının ötesinde hizmetlerde bulunan insanlara verilir"

ecnebinin birisini takdir etme, prim verme sistemi budur.. adamdan beklemediğin, yapmasını istemediğin muhteşem bir iş yaparsa ona ödül verirsin.. tüm batıcıl ödül sistemi bunun üzerinedir.. misal adamdan siperi savunmasını istersen, ve o çıkıp kimsenin kaldıramayacağı mermiyi, kendisinden bunu yapması beklenmediği halde kaldirip topa yerleştirirse bu onur madalyası demektir..

ama bizde insanlar yapmaları gereken işleri yaptıkları zaman, ödüllendirilmek isterler.. üstelik halkın paralarıyla.. lafı dolandırmadan söyleyeyim, basketbol, futbol milli takımları mesela kendilerinden beklenen "şampiyonluğu kovalama" işini yaptıkları için, senin benim kdv'mi cebe indirmeyi düşünürler.. olay bir garip.. servet düşmanlığı değil niyetim, halkın parasını, halka hizmet olarak kullanılması gereken parayı, görevleri olan şeyi yapan insanlara dağıtmayı içime sindiremiyorum.. hepsi bu..

2010 galatasaray: 1 - gaziantepspor: 0

Pazartesi, Eylül 13, 2010 zaman: Pazartesi, Eylül 13, 2010

futbolda bazı şeyler asla değişmez.. mesela ünlü geyiktir osasuna atak geliştirecekse bunları ender geliştirir, palermo illa ki beraberlik için saldırır, valladoid taraftarı deplasmana muhakkak "bir avuç" gider ve gaziantep galatasaray'a sıkıntı verir.. galatasaray nihayetinde maçları kazanır çoğunlukla ama bunlar hiç bir zaman galatasaray zeytinburnuspor maçları ayarında olmaz.. kan kusar kızılcık şerbeti içer, ayşe gelin düğünde göbek atmadan galatasaray golü bulamaz (paso entelektüel bakınızlar veriyoruz bu sefer de çöz de al mustafa ali demek istiyorum..) işte tüm bu realite üzerinden 13 eylül 2010 günü ali sami yen'de oynanan ve galatasaray'in yekpare bir penalti golu ile kazandığı musabakadir..

yazılarımı takip edenler için şunu söylemeliyim ki şu an öykü serter'in bank asya programi sunmasıyla dumur uğramış durumdayim. kişisel olarak hayran olduğum bir avuç kadından birisi olan öykü serter'in tribunden "sik onu levent, geçirtme" diye bağırdığımız adam hakkında "levent kartop'un oyunu da başarılıydı" diye konuşması tüm gerçekliğimi sarsmış durumda.. christopher nolan tüm bu olanlar hakkinda film çekse yeri:"hayatı boyunca arzuladığı kadının tavşanli linyitspor üzerine konuşması sonrasında gerçekliği sarsılan bir çocuğun hikayesi" hayat garip işte.. insanlar ekmek parası için neler yapiyor..

her neyse.. metin oktay'ın ölüm gününde tribunler dev metin tişortleri asıyor, metin oktay'i titan misali bir şekle sokuyorlardı.. metin oktay fenomeni hakkında şuraya yönlendirelim (bkz: metin oktay/@azuth) galatasaray milli takım arasından ve semih erdem'in blokundan sonra maça bir sürü yabancı ile çıkıyordu.. insua sol beke gelmiş, misimoviç ortaya konmuştu.. tüm bu adam değişiklikliklerinden daha etkili olan servet çetin'in sağ içe geçip, neill'in sol içe geçmesiydi.. ilk yarı boyunca antepin gelişen canavar ataklarının bu ali turan, servet, neill, insua dörtlüsü tarafindan cansiperane bir şekilde kesilip, bu sene hiç olmadığı kadar sağlam bir savunmanın kurulmasının bir nedeni de buydu..

galatasaray'ın ilk yarı boyunca tek tehlikeli pozisyonu, mustafa sarp'ın tehlikeli hareketle topu önüne aldığı pozisyon oluyordu. hoş o pozisyonda en yakin adam bir buçuk metre uzaktayken en direkt serbest vuruş veren hakem bünyamin gezerin, trabzonda tepilen horon'a fatsadan dahil olabileceğini düşünmemek elde değil.. ama işte antep akın akın geliyor, ama defans buna izin vermiyor, kewell ile el yasa (ki ankaradan antepe gelince apaçilikten ödün vermiş kendisi) birbirine giriyor yurdun müstakil illerinde el yasaya veyahut kewell a taraflar küfrediyordu..

ilk yarı böyle biterken ikinci yarıda galatasarayin sağ kanadını oluşturan ali turan ve elano cerrahi bir operasyonla yerinden sökülüyor, yerine sabri ve aydın giriyordu.. işe yarayan bu değişiklik galatasaray'a pozisyonlar getiriyordu.. 60. dakika gibi insua ve misimoviç'in notu taraftarlarca "iyi transfer bunlar" diyerek veriliyor, sarı kırmızı kanlar yeni topçulara ısınıyordu..

bu siralarda galatasaray'da oyunu ile pek yararli olamayan emre güngör, antepteki oyunu ile galatasaray'a yararlı olmaya karar veriyor, yerdeyken topa yaptığı "hoppidi" hareketi ile penaltiya neden oluyor, kewell'in kalenin tam ortasına vurduğu top iktire kaktira ağlara giriyordu..

maç 1-0 biterken galatasaray taraftarı mucadeleden memnundu.. bir kaç hafta evvel "bu takım kötü oynayabilir ama mucadele etmeme hakki yok" dediğim zamanlarda bahsettiğim buydu.. iyi bir oyun yoktu sahada ama herkes mucadele ediyor, sarp kademede yırtınıyor, topun önüne atlamak sıradan bir harekete dönüyordu.. galatasaray taraftarının aradığı, arzuladığı oyun bu aslinda.. varsın sonuç gelmesin yeter ki yırtınsınlar sahada.. (sonuç da gelsin yahu.. şaka yaptim. futbol dilencisi miyiz anasını satayım)

kimisi şarkılar yazdırır

Salı, Eylül 07, 2010 zaman: Salı, Eylül 07, 2010





hayattaki her insan için şiirler şarkılar yazılabilir. tanrı her insanın içinde bir yerde, diğer insanları mutlu etme yeteneğini saklamıştır. diğer insanlara şarkı söyletme, uğrunda mesafeler alma, resmini çizme isteği. ama işte kimisi o yeteneği, insanların yaygın adla andığı "ilham perilerini" salmayı bilir. istemeden yapar belki bunu ama olur işte. ona yazmaya, onun hakkında konuşmaya, ona söylemeye başlarsınız bir aniden umarsızca. aşktır bazen bu melekleri ortaya çıkartan, bazen keder. ama işte diyorum ya, kimisi söyletir size şarkılar..

yani olamaz mı ki berti voghts için de, beckenbauer için de zidane için de şarkılar söylensin. ama işte maradona'nın içindeki periler, bu kalbiyle konuşan adamın içindekiler insanların onun için filmler yapmasını, onun için şarkılar söylemesine neden oluyor.. kureselleşen dünyada kalan biz güneydekiler ve doğudakiler için, kuzeye ve batıya karşı bayrağımızı tutan adam için şarkılar söylüyoruz.. kendi evrenimizin, mutlak şampiyonu..

yaşamam tanrı'nın emriydi,
doğduğum harabede
yokluktan düzlüğe çıkmanın,
basit bir örneğiydim sadece
başarıya açtım, attığım her adımda
ölümsüz bir el bıraktım,
oyun sahalarında
tecrübeyle, ateşli bir tutkuyla
küçük bir çocukken,
dünya kupası hayali kurdum
primera'da zirveye çıktım
belki de futbol oynayarak,
aileme fayda sağlardım
en başından beridir
sevindi boca taraftarı
hayalimdi goller ve çalımlar
gökyüzündeki yıldızlar
şarkı söyleyen insanlar
doğdu tanrı'nın elleri
neşe aşıladı insanlara
ve zafer getirdi bu topraklara
en iyi olduğum için,
ne dertlere göğüs gerdim
satmamak için kendimi,
güçlüyle yüz yüze geldim
zayıflığı merak ettim,
isa bile hata yaptıysa
ben nasıl yapmayayım?
şöhret götürdü beni,
güzel, beyaz bir kadına
yasaklanmış zevkleri,
gizemli tatlarıyla
uzak kalamadım ondan,
beni bağımlısı yaptı
aldı tüm hayatımı
ve bu da bir maç sayılır
bir gün kazanacağım.
en başından beridir
sevindi boca taraftarı
hayalimdi goller ve çalımlar
gökyüzündeki yıldızlar
şarkı söyleyen insanlar
doğdu tanrı'nın elleri
neşe aşıladı insanlara
ve zafer getirdi bu topraklara
oley oley oley diego diego!

ki ben hiç bir şeyde, kendi dilimi konuşmayan insanlar için üzülmeyen ben, hala 2010'daki almayan arjantin maçının acısını içimde taşırım.

İnsan niye maradonayı sever..

2010 Türkiye: 3 - Belçika: 2

Salı, Eylül 07, 2010 zaman: Salı, Eylül 07, 2010




7 eylül 2010 günü istanbul kadiköy ovasında cenk olunan musabaka'da hiddink'in "önce durdur sonra vur" tarzı oyunu ile önce geriye düşüp, sonra 3-2 kazandiğimiz bir musabakadir belçika vukuatı..

biz ki kosova'da, mohaçta, anafartalarda, dumlupinarda allah allah diyip cümleten saldıran, sinesi püryan, kılıcı al kan, kahrımız kılıcımız düşmana ziyan bir ırkız.. oysa ki elin guus hiddink'i ne bilsin yıldırımlar yaratan ahvadımızı.. adam maçtan evvel kafasında demiş ki "şimdi ben bunlara hiç beklemedikleri bir şekilde oynayayım en başta. gol yemem bu oynayacağım oyunla.. ikinci yarıda da genç semih'i oyuna alır, gol atarım galip gelirim" ama işte enginlere sığmayan yırtarak bendini aşan bir ulusa bunu anlatmak çok zor. özellikle de rıdvan'a.. maç boyunca elin hollandalisinin analitik düşüncesini kavrayamayan rıdvan'in, 23 nisan'da falan guus hiddink koltuğuna oturmasını ve takimi 5 forvetle başlatmasını gönülden istiyorum ben..

her neyse.. maçtan evvel futbolcular basketbol maçına gitmiş, sabri tribunden topu potaya sokmaya çalışıp yürekleri ağızlara getirmişti. kampta kazakistandan getirilen şapkalar ile komik fotolar çekiliyor, pes turnuvalarını illa ki emre belozoğlu kazanıyordu..

(fransa maçında sabri yürekleri ağızlara getirdi)

sayılı gün çabuk gelir çarpar, 7 eylül'ün saat 9'u denk geldiğinde, memleket son kez teravih namazına giderken konya'da 15 kadar mümin'in uefa'ya "bir gün sonra olsun maç" şeklinde bir dilekçe verdiği ortaya çıkıyor, teravih namazından önce verilen vaazda bu muminlerin isimleri tek tek okunup onurlandırılıyorlardı. memleketin cümlesi referandum ayağına birbirine girmişken, milli takımın bütünleştirici gücü en azından 90 dakika birleştirici olacaktı..

velhasıl maç tam 9'da başladı. başta dediğim gibi hiddink'in kafası bizimkinden bambaşka çalışıyordu. biz istiyorduk ki delicesine saldıralım, hucum presi yapalım, şanssız bir gol yiyip geriye düşelim.. bir daha da toparlanamayalım. fatih terim ile böyle oynamış ve 2 sene evvel bu tarihlerde aynı statta tatlı bir belçika beraberliği elde etmiştik.

takım tuncay dışında, ki o da loğusa kadınlar gibi başına garip bir bandana takmıştı, direkt forvet olarak adlandırılacak başka bir adama sahip değildi. ama net toplar oynuyordu. belçika uyuyor, onlar da "beraberlik iyidir abi ya" düsturu ile götürüyordu oyunu. 15. dakikada arda çok şahane bir pası tuncay'ın kafasına ekleştiriyor, ama tuncay galatasaray'ın kadikoydeki basiretsizliğini yaşayarak topu avuta vuruyordu.

(kara vicdanlı van buyten ve şürekası)
27. dakikada "bruce willis" filmlerinde götünün üstüne oturamayıp "allahım bana haksızlık yapildi ben de gideyim arıza çıkartayım" diye olay çıkartan adamlara benzeyen van buyten kornerden gelen topa kafayı ekleştiriyor ve topu ağlarımıza bırakıyordu. rıdvan bu dakkadan sonra çıldırdı.. tüm ülkeyi gaza getiren bir celali paşası gibi huus hiddink'e verip veriştiriyordu.. hani çıkıp "sizde hiç namus kalmadı mı cemaati müslimin, bu sünnetsiz guus hiddink'i başımızda ne diye tutuyoruz" dese, trabzonda halk galyana gelip istanbula yürüyebilirdi..

ilk yarı bu şekil biterken kimse futboldan memnun değildi. şimdi bunu söylemek kolay ama, skora isyan eden arda, tuncay, emre, ömer gibi adamlar varken maçın böyle bitmeyeceği aşikardı.. yurdun kahvelerinde "ikinci yarı semih girmezse bi bok olmaz" şeklindeki görüş benimsenirken, bir kaç fırlama `nihat hatipoğlu`'na "semih oyuna girmeli mi hocam" diye sms atıyorlardı..



ikinci yarı başlar başlamaz ilk yarı pek oynayamayan selçuk inan çıkıyor, genç semih oyuna giriyor, daha 5 dakika geçmeden feleği şaşan, sistemi komple değişen türkiye karşısında ne yapacağını bilmeyen belçika sağdan ismail'in yarattığı pozisyonda (haşa yaratmak allaha mahsustur. pozisyonu bile allah yaratır icabında) hamit topu penaltı noktasının bir metre ilerisinden ağlara bırakıyordu..

türkiye sonunda kendi kimliğini ecdadının gurur duyacağı oyunu oynamaya başlamıştı. pozisyonlar oluşturuluyor, yeşil sahadan alsan 1974'e götürüp discoya koysan insanların yadırgamayacağı bir tipe sahip olan fellaini ömer tarafından tutuluyor, geri kalan pozisyonlar servet tarafından zehir ediliyor, 67. dakikada semih yine sağ kanattan hamit'in yaptığı bir ortayı ağlara gönderiyordu.. 2008 ruhu geri gelmiş gibiydi ama 5 dakika geçmeden, milli takım kalesinde daha ham olan onur kendinden beklenmeyen bir hatayla yine kötü kalpli forvet van buyten, golu atıyor skoru eşitliyordu..

ama dedim ya türkiye 4 tane isyankar adama sahipken öyle berabere veya bir farklı geri düştüğü maçı bırakacak takım değildi.. 78. dakikada gökhan gönül yerden ortalıyor, ceza alanının sağında arda topa gelişine vuruyor, kaleci kurtarınca "hasiktir" diyip bir daha topa vuruyor ve maç 3-2 oluyordu..



öyle veya böyle türkiye alışık olmadığı bir mantalite ile, ama cağdaş, rasyonel bir düşünce tarzıyla galip geliyordu.. viyana kuşatmasında böyle akdenizli ruhuna sahip olmayan, sakin sakin menzile giden bir kumandanımız olsaydı bugun viyana sokaklarinda "geliyor kılıçdar kılıçdaroğlu" sesleri yankılanıyordu.. maçtan sonra takım otobusune bağlanan başbakan gerse de ortamı (insan büyüğüyle konuştuğunda ister istemez geriliyor) güzel bir gece, güle oynaya bitiyordu..

Deutschland, warten Sie mit uns!